Anayasa Mahkemesinin Erişim Hakkının Kısıtlanması Kararı Hakkında

  1. Başvurunun Özeti

İşbu başvuru, ilgili kanunlarda öngörülmeyen bir hususta mahkemenin, devletin takdir hakkı çerçevesinde verdiği “davanın açılmamış sayılması kararı”nın –davanın türü de dikkate alındığında- davacıya orantısız bir külfet yüklemesi karşısında Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ve dolayısıyla hukuka aykırı olduğu iddiasına dayanmaktadır. 

Başvurucu, davalılarla beraber ortak olduğu taşınmazdaki ortaklığın giderilmesi talebiyle dava açmıştır.  Dava dilekçesinde bazı davalıların T.C. kimlik numaralarının ve adreslerinin eksik olmasından bahisle Gümüşhane Sulh Hukuk Mahkemesi, bu bilgilerin bir hafta içinde tamamlanmasını talep eden bir muhtıra çıkartmıştır. Başvurucu vekili bu ara karara itiraz ederek şu gerekçeleri ileri sürmüştür: Öncelikle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (“HMK”) uyarınca dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında davalıların adresi bulunmakla beraber T.C. kimlik numaraları bu kapsamda sayılmamıştır.  Dolayısıyla, bu hususta verilmiş olan kesin süre hukuka aykırıdır. Adresler bakımından ise başvurucunun bu bilgileri kendi imkanlarıyla temin edemediği belirtilmiş; tapu kaydında da bir kısım davalının adresi bulunmadığından bu eksikliğin mahkemece giderilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bununla beraber bir haftalık kesin süre sonunda ilk derece mahkemesi, HMK md. 119(2) gereğince davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Davacı tarafından aynı gerekçelerle istinaf edilen karar, itiraz konusu eksikliğin tapu kayıtlarında yapılacak bir incelemeyle tamamlanabileceği gerekçesiyle Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi tarafından esastan reddedilmiştir.

Başvurucu, 04.03.2022 tarihinde yine T.C. kimlik numaralarının bildirilmesinin kanuni bir zorunluluk olmadığı, bu konuda kesin süre verilmesinin hukuka aykırı olduğu ve davalıların açık adreslerinin davacı vekili tarafından değil, mahkemece yapılacak bir adres araştırması ile tespit edilebileceği gerekçeleriyle davanın açılmamış sayılması kararının mahkemeye erişim hakkı ve gerekçeli karar hakkını ihlal ettiği gerekçeleriyle Mahkeme’ye bireysel başvuruda bulunmuştur.

 

 

  1. Başvurunun Değerlendirmesi

Mahkeme, başvuruyu adil yargılanma hakkının güvenceleri arasında yer alan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirmiş ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması nedeniyle kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir.

Esasa yönelik incelemede, Anayasa’nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunularak, herkesin “yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkı”na sahip olduğu vurgulanmıştır (§ 23). Mahkeme, esasa geçilmeden verilen kararın, uyuşmazlığın mahkemeye sunulup etkin bir şekilde hüküm kurulmasını talep etme hakkını zedelediği sonucuna ulaşmıştır.

Adil yargılanma hakkı, niteliği itibariyle mutlak bir hak olmadığından belirli şartlar çerçevesinde sınırlandırılması mümkündür. Bununla beraber, bu kısıtlamalar ancak “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla” getirilebilir ve “[B]u sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” (md. 13). Dolayısıyla, başvuruya konu olan bu müdahalenin bir ihlal oluşturup oluşturmadığının değerlendirmesi, kanunilik, meşru amaç ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde yapılacaktır.

Kanunilik ilkesi, Anayasanın 13. maddesi kapsamında, ilgili hakkın sınırlandırılmasının şeklen bir kanuna dayanması gerektiğini ve bu kanunun belirlilik ilkesini karşılamasını gerektirir. Başka bir deyişle, bu müdahale bariz bir keyfilik içermemeli ve kişiler için öngörülebilir ve ulaşılabilir olmalıdır. Somut olayda yapılan incelemede, öncelikle HMK md. 119’da sayılan dava dilekçesinin zorunlu unsurlarının değerlendirilmiştir.  Davalının T.C. kimlik numarası bu hususlar arasında sayılmadığından, bu eksiklik yüzünden davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinin kanuni dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ancak, davalının adreslerinin aynı madde (md. 119(1)(b)) kapsamında düzenlendiği anlaşıldığından müdahalenin bu bakımdan hukuki dayanağı bir bulunduğu yönünde karar verilmiştir.

Devamında ise Mahkeme, müdahalenin meşru bir amaca hizmet ettiği şeklinde görüş bildirmiştir. Yasa koyucu, HMK md. 119 ile taraflarca hazır edilme ilkesi kapsamında davaların usulüne uygun şekilde açılmasını sağlayarak yargılamanın hızlı bir şekilde yapılabilmesini amaçlamıştır. İlk derece mahkemesinin usulî eksikliklerin giderilmesine yönelik kararı, etkili bir yargılama yapılmasını sağlama amacı taşıdığından, söz konusu müdahalenin meşru amaç ilkesine uygun olduğu değerlendirilmiştir.

Son olarak, ölçülülük ilkesi ise elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç ayrı alt başlıkta değerlendirilmektedir. Mahkeme, önceki kararlarında mahkemeye erişim hakkına getirilebilecek sınırlamaların açık ve ölçülü olması gerektiğini vurgulamış ve yerleşik içtihatlarını başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturulmaması yönünde şekillendirmiştir.

Söz konusu müdahale, yalnızca orantılık bakımından kanuna aykırı bulunmuştur. Usulî eksikliklerin tamamlanması için yargılama sürecinin aksamasını önlemek ve esasa ilişkin etkili bir yargılama yapılmasını sağlamak amacıyla, müdahalenin elverişli ve gerekli olduğu değerlendirilmiştir. Bununla beraber ortaklığın giderilmesi davası özelinde yapılan incelemede, taraflarca hazırlanma ilkesinin davacı üzerinde ağır sonuçlara yol açtığı tespit edilmiştir. Tapu kayıtlarında çok sayıda hissedar bulunması ve bu kişilerin güncel adreslerine ulaşılamaması karşısında davacıdan kanunların elverdiği ölçüde bunları tamamlamasının beklenmesi, davacıya son derece ağır bir külfet yüklemektedir. Öyle ki, bu yükümlülüğün hedeflenen meşru amaçla orantılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla Mahkeme, bu müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Yukarıda açıklanan değerlendirmeler ışığında Mahkeme, “Anayasa’nın 36. maddesinde güvence alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE” karar vermiştir (§ VII). Tespit edilen bu ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması gerekliliği doğmuş olduğundan, yeniden yargılanma yapılmasında hukuki yarar bulunduğu kuşkusuzdur. Bu çerçevede dosya, Gümüşhane Sulh Hukuk mahkemesine gönderilmiştir.  

  • Kararın KVKK ile İlişkisi

Çalışmaya konu kararda, hem Mahkemece vurgulandığı hem de Bakanlık görüşünde dikkat çekildiği üzere, değerlendirmeye konu hususların kişisel veri niteliğine sahip olduğu ortadadır. Dolayısıyla kişisel veriye erişimin yalnızca HMK ve TMK kapsamında değerlendirilmesi, sınırlı bir yoruma yol açacaktır.

KVKK md. 3(1)(d) uyarınca, kişisel veri kavramı “[k]imliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi,” ifade etmektedir. Bu tanım son derece geniş olmakla beraber, kapsamına giren unsurlar bakımından ne kadar detaylı olduğu pratikte göz ardı edilebilmektedir. Nitekim Mahkeme, incelenen bu kararda da vurguladığı üzere, daha önceki kararlarında kişisel veri kavramına dair somut örnekleri daha uç unsurların da altını çizerek vurgulamıştır. Şöyle ki,

“’(…) bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler’ kişisel veri olarak kabul edilmektedir ” (§ 34)

Bu tanım kapsamına giren veriler üzerinde gerçekleştirilecek her türlü işlem “veri işleme” sonucunu doğuracak olup bunların hangi koşullarda gerçekleştirilebileceği, ilgili kanunda düzenlenmiştir.  

Bu açıklamalar ışığında kişilerin T.C. kimlik numaralarının kişisel veri niteliği taşıdığı şüphesizdir. Bakanlık görüşünde de vurgulandığı üzere, avukatların 1136 sayılı Avukatlık Kanunu md. 2 kapsamında bilgi edinme hakkı bulunmaktadır. Bununla beraber bu hakkın kapsamı, somut olay çerçevesinde tapu kütüklerinin incelenmesi ile sınırlı olup burada eksik bilgilerin davacıdan talep edilmesi 6698 Sayılı Kanun’un amacına aykırılık teşkil edecektir. Nitekim, HMK uyarınca zorunlu olmayan ve bulunması için KVKK hükümlerine aykırı hareket edilmesini gerektirecek bir durumun ortaya çıkması karşısında ulaşılacak sonuç son derece açıktır:

dava dilekçesinde bulunması zorunlu olmayan ve hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi hâlinde suç teşkil eden davalıların T.C. kimlik numaralarının bildirilmesi için başvurucuya kesin süre ver[il]mesi ve bu eksikliğin tamamlanmaması nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar ver[il]mesi kanuni dayanaktan [yoksundur]”(§ 36).

  1. Sonuç Olarak

Çalışmamıza konu olan karar, ortaklığın giderilmesi davalarında, davacının davalıların T.C. kimlik numaraları ve adreslerini bilmediği durumlarda mahkemenin adres araştırması yapmasının gerekliliğini vurgulayarak, davacıya aşırı yük getiren bu sorumluluğun taşınmaması gerektiğine dikkat çekmektedir. Nitekim kararda da değinildiği üzere bu husus Yargıtay kararlarında sabitken uygulamada keyfi olarak sürdürülmesi hukuka aykırıdır. Ayrıca, Elif Yaylı Başvurusu’na ilişkin verilmiş olan bu kararda Mahkeme, KVKK ve kişisel verilerin korunmasına yaptığı vurguyla da bu düzenlemelerin yalnızca kanun düzeyinde kalmadığını; aksine anayasal bir hak olarak yargı kararlarıyla da destekleyerek güncel ve son derece önemli bir konumda olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

 

Saygılarımızla,

Tunca Avukatlık Ortaklığı.

 

 

 

YAZARLAR
Ara
Bu internet sitesinde, kullanıcı deneyimini geliştirmek ve internet sitesinin verimli çalışmasını sağlamak amacıyla çerezler kullanılmaktadır. Bu internet sitesini kullanarak bu çerezlerin kullanılmasını kabul etmiş olursunuz. Çerezleri nasıl kullandığımız, sildiğimiz ve engellediğimiz ile ilgili detaylı bilgi için lütfen Çerezler (Cookies) sayfasını okuyunuz.Kabul Et ve Kapat